Suriye’ye Harekat Yapılabilir mi, Ne zaman ve Hangi Şartlarda?
Nihat KÖKMEN, (E) Hv.Korgeneral
Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye’nin güvenlik endişelerini yeni harekatlarla gidereceğini, ülkenin güney sınırlarımızı korumada, 30 kilometre derinliğinde güvenli bölge oluşturma kararımızda yeni bir safhaya geçildiğini ve Tel Rifat ile Münbiç bölgelerinin teröristlerden temizleneceği” açıklamasını yapmıştır. Devamında, son zamanlarda Suriye sınırından Türkiye’ye yakın bölgelerden terör örgütü PYD/YPG marifetiyle ağır silahlarla saldırılar yapıldığı belirtilerek, bölgenin emniyetinin sağlanmasına yönelik icra edilmesi planlanan muhtemel bir harekatın da sinyali verildi. Süregelen saldırılar sonucunda da, art arda zayiat verilmesi sebebiyle artık bu sorunun tamamıyla bitirilmesi amacıyla, sınırımızdan 30 km. Suriye tarafına doğru güvenli bir bölge oluşturulması ve harekat / Lojistik yönüyle hazırlıkların tamamlanmasından sonra uygun görülecek zamanda terör örgütüne karşı bir operasyonun yapılacağı medya aracılığıyla tüm dünyaya ilan edilmiştir.
Ayrıca, bu açıklamada yapılması planlanan harekatın öncelikli olarak Suriye içinde, Türkiye tarafından kontrol edilen bölgeler ile sınırımızdaki güvenlik güçlerine karşı terör saldırılarının yapıldığı ve farklı etnik kökene sahip toplulukların yaşadığı Münbiç, Tel Rıfat ve Ayn el Arab gibi yerleşim alanlarının terörden arındırılacağı belirtilmişti.
Bugüne kadar çeşitli gerekçeler ve güvenlik kaygılarımız sebebiyle icra edilen Fırat Kalkanı (FK), Zeytin Dalı (ZD), ve Barış Pınarı (BP) harekatları ve bunlarla bağlantılı yapılan operasyonlar neticesinde, özellikle BP harekatının belirli bir aşamasında ABD’nin siyaseten müdahalesi ve vermiş olduğu bazı güvenceler sonucu harekat belirli bir safhada durdurularak ateşkes ilan edilmişti. Buna göre başlangıçta açık kaynaklarda da belirtildiği üzere terör örgütü PYD/YPG’nin, ABD’nin Türkiye’ye vermiş olduğu garanti ve güvence ile sınırlarımızdan 30 km. olacak şekilde bölgeyi güney istikametinde terk etmesi kararı alınmıştı. Bu karara göre, bölgede kesinlikle hiçbir terör örgütü mensubu ve ağır/hafif hiçbir silahı bulunmayacaktı. Güvenli bölgenin kontrol ve denetlenmesi ise, ABD ile Türkiye tarafından oluşturulan müşterek devriyelerle yapılması konusunda mutabakat sağlanmış ve hatta söz konusu devriye görevleri bir süre uygulanmıştı. Varılan anlaşmaya rağmen, anlaşma şartlarına uyulmadığına, televizyon kanallarındaki saldırı görüntüleri ile hep birlikte şahit olduk, PYD/YPG mensup ve sempatizanları tarafından TSK devriye araçlarına ve daha da ileri giderek sınır birliklerimize saldırılarına ısrarla devam etmişlerdi.
Geçmişte bölgeye yönelik icra edilen harekatlarda, hem siyasi hem de askeri hedefler devletin en üst karar organlarında belirlenmesine rağmen operasyonların tamamlanmasıyla istenen sonuca (end state) ulaşılıp ulaşılmadığı konusunda, farklı değerlendirme, analiz ve yorumlar yapılmıştı. Yapılan resmi açıklamalarda başta DEAŞ ve PYD/YPG olmak üzere terör örgütlerine büyük zayiat verdirildiği, yapılan taarruz görevlerinde sivil halkın gözetilerek zarar verilmediği, istenen hedeflere ulaşıldığı ifade edilmişti. Zaten bununla bağlantılı olarak bölgede tam kontrol sağlanan yerleşim birimlerinde, yeniden tesis edilen güvenlik ortamı ile sığınmacıların bir kısmının topraklarına ve evlerine geri dönüşleri de gerçekleşmişti.
Artık küreselleşen yeni dünya düzeni ve güvenlik ortamında, herhangi bir noktada ortaya çıkan terör olayları, düzensiz göç, kıtlık, etnik huzursuzluklar, ekonomik krizler her ülkeyi farklı oranlarda etkilemekte ve uzaydaki kara delik gibi hızla içine çekmektedir. Ülkelerde krize yakınlık, ekonomik gelişmişlik düzeyi gibi kriterlere göre çeşitli tedbirleri almak zorunda kalmaktadırlar. Buna yakın zamanda ortaya çıkan en güzel örnekler ise;
– 2011 yılında hemen yanı başımızda ortaya çıkan Suriye savaşı
– Savaşın tetiklediği hem ülkemizi hem de Avrupa’yı tehdit eden sığınmacı krizi,
– 2022 yılının ilk yarısında ortaya çıkan Ukrayna krizi ve arkasından gelen savaş olmuştur. Kısacası, bölgemizde durum tamamen dinamiktir. Bu dinamik süreç içerisinde güneyimizde de alınan önlemlere rağmen istikrarsızlık ve bununla yakından ilişkili yoğun sığınmacı hareketliliği ve terör saldırılarının artması bu ihtiyacı doğuran ana nedenlerden birisi olarak ortaya çıkmıştır.
MÜTTEFİKLİK NE DEMEK
Ancak, başlangıçta belirtilen müttefik ve hatta stratejik ortak olarak kabul ettiğimiz ülkeler, bölgeye ilişkin çeşitli siyasi planları ve destekledikleri terör odaklarının talepleri neticesinde, yerine getiremeyecekleri sözleri ve masa başında verdikleri güvenceleri bırakarak yeni oyunlar peşine düşmüşlerdir. Çünkü, harekat yapılacağının açıklanması üzerine söz konusu ülke başkentlerinden yetkili otoriteler aracılığıyla beklenen tepkiler derhal gelmiştir. Bu tepki sonrası yapılan açıklamalarda, harekatın bölgede zaten var olan krizi tetikleyip derinleşmesine sebep olacağı ve pamuk ipliğine bağlı olan sözde istikrarın bozulması ile, yeni sığınmacı krizinin patlak vereceği ve güvenlik problemlerinin yeni sınamalar olarak karşımıza çıkacağı ifade edilmişti. Ama bundan önceki deneyimlerimizden yola çıkarak, batı ve müttefiklerimiz ‘’Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’’ mantığı ile, bölgedeki istikrarsızlık ve güvenlik problemleri, kendi sınırları içine olmadığı müddetçe konulara duyarsız kalmaktadırlar.
Bütün bu görüşler ışığında hemen sınırımızda olan istikrarsızlık, terör saldırıları, ABD’nin hamiliğinde kurulmak istenen sözde uydu kürt devletçiği, bölgeye uzak bazı ülkelerin kendilerine direk tehdit oluşturmasa da, küreselleşen dünya düzeninde mutlaka etkilenecekleri beklenmelidir. Fakat, yanıbaşımızda olan bu krizin, en çok etkilediği ülkemizin güvenliğini tehdit eder boyutlara ulaşması, bu müdahalenin zorunlu ve kaçınılmaz olduğunu göz önüne sermektedir. Bu sorun, bizi savaşın başladığı 2011 yılından beri fazlasıyla, hem güvenlik hem de ekonomik olarak olumsuz yönde etkilemiş, etkilemeye de devam etmekte ve konu hemen hemen bütün Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarına yansımaktadır. İşte bu nedenledir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu sorunu kesin ve kökünden çözmek üzere tüm hazırlıklarını tamamlayarak mevcut konjonktürü de değerlendirerek, gereğini yapmalıdır. Bu konuda gerekli siyasi, askeri ve diplomatik tüm enstrümanlar birbiri ile koordineli olarak kullanılmalıdır.
Yapılacak harekatın, özellikle komuta-kontrol zafiyeti yaratmaması için mutlaka siyasi ve askeri hedefi açıkça belirlenmelidir.
- Siyasi hedef olarak; Bölgede farklı gruplarla bağlantısı ve nüfuzu olan sözde müttefiklerimize rağmen, oluşturulması planlanan sözde uydu kürt devleti konusunun bir daha açılmayacak şekilde tamamen kapatılması,
- Askeri hedef olarak; Siyasi hedefi gerçekleştirmek üzere, sınırlarımızdan 30 km. derinliğe kadar bütün Suriye sınırında güvenli bir bölge tesis edilmesi için bugüne kadar yapıldığı gibi tüm imkan ve kabiliyetler kullanılarak, mümkün olduğu ölçüde zayiat verilmeden, tespit edilen hedefler etkisiz hale getirilmelidir.
BAĞIMSIZ HAREKAT İCRA EDEBİLME, HAVA SAHASININ KONTROLÜ
Hükümet direktifinin alınıp harekatın başlatılacağı zamana kadar, çözülmesi gereken en önemli husus, harekat alanında operasyon yapacak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) unsurlarının bağımsız harekat icra edebilmesi kısacası; savaşan birliklerin hava sahasında ve arazide herhangi bir engel ve tehdit ile karşılaşmadan görevlerini icra edebilmesidir. Bu hususlar daha önce icra edilen, FK, ZD ve BP harekatlarından sonra alınan dersler olarak TSK hafızasına kaydedilmiştir. Genel anlamda yapılacak değerlendirmede, TSK envanterinde bulunan silah ve mühimmatlar göz önüne alındığında, belirtilen derinlikte icra edilecek operasyonlar için uzaktan angajman ile önceden belirlenen hedeflerin etkisiz hale getirilmesi mümkün olabilecektir. Ancak, nihai hedef olarak belirlenen 30 km. derinlikteki bölgenin hava sahasının hem muharip uçaklar hem de İHA/SİHA’lar ile tamamen kontrolü, satıh birliklerinin emniyet ve güvenliğinin sağlanması için olmazsa olmaz bir ihtiyaç olarak kabul edilip uygulanmalıdır.
Hava sahasının kullanılması için bölgede daha önceki tecrübelerimizden de hareketle Rusya ve ABD’nin Suriye hava sahasında birbirlerine müdahalede bulunmadan zımni bir anlaşmaya varmış oldukları FK harekatında açık olarak görülmüştü. Eğer TSK unsurları Fırat nehri doğusunda yani Ayn el Arab’tan başlayarak Irak sınırına kadar olan bölgede harekatını geliştirmeyi planlıyorsa özellikle hava sahasının limitsiz kullanılması için muhakkak ABD ile mutabakat sağlanması gerekebilecektir. Şayet, operasyon Fırat’ın batısında yapılacaksa Rusya ile mutabakata varılması, bölgede açıkça etkisi görülmese bile zaman zaman barışı engelleyici İran ve hatta onların kanalıyla Suriye rejimi ile koordine etmesi uygun olabilecektir.
SONUÇ
Ülkemiz, 2011 yılında başlatılan Suriye savaşından itibaren, yanı başımızdaki istikrarsızlık ve güvenlik sorunları nedeniyle, farklı zamanlarda terör örgütü PYD/YPG ve DEAŞ’la mücadele koalisyonu kapsamında, bölgede harekat görevleri icra etmiştir. Yapılan operasyonlar sonucu bazı alanlarda belirli sonuçlar alınmış olmasına rağmen;
- Savaşın ve onunla birlikte sorunların devam etmesi sebebiyle ortamın dinamik olması,
- Rusya’nın, Ukrayna savaşı sebebiyle Suriye’deki mevcut konumunu lojistik ve harekat yönüyle ikmal edememesinden dolayı bölgeye angaje olmakta zorlanması sonucu ,dengelerde değişikliklerin meydana gelmesi ve sonuç getirmeyecek ikircikli bir tutum takınması,
- Batının Ukrayna savaşı sebebiyle kendi derdine düşüp bölgede yaşanan olaylara sığınmacı gelmediği müddetçe duyarsız kalması,
- İran’ın başlangıçtan itibaren bölgede bir denge unsuru olmak yerine, daima bozucu rolünü devam ettirmesi,
sonucunda; bu istikrarsız ortamda, süreçten en fazla zarar gören bir ülke olarak mevcut konjonktürü de değerlendirerek ve sorunu kökünden çözmek için gerekirse vekalet savaşları ile soruna dahil olan ülkeler ile birlikte veya onlara rağmen bazı riskler alınarak planlandığı gibi harekatın icrasına geçilmelidir. Bu konu Türkiye için bir ‘’BEKA’’ meselesidir.